top of page

SEVGİ

 

 

Sevgili okurlarım 47 yaşında olmama rağmen geriye dönüp hatıralarımın içerisine bir baktığımda, annemin saçımı okşamasındaki bana vermiş olduğu huzuru halen hatırlarım. Ve yine annemin yemek yemem için beni sofraya çağırdığında, nazlanır. Hemen sofraya oturmak istemez ve onun gelip beni nazlamasını beklerdim. Annem de bu davranışım karşısında bana ısrar eder gönlümü okşayan sözler söylerdi. Çocukluk dönemindeki bu anılar, sevgiyi en derinden hissettiğim zamanlarımdır. Sevgi o kadar harika bir duygudur ki uygulanırsa değer verilirse açamayacağı kapı yoktur. Âlemlerin yaratılması aşk ve sevgi ile olmuş ve bu aşk ve sevgi; görülen ve görülmeyen,  bilinen ve bilinmeyen tüm varlık sahasında olan yaratılmışlara sirayet etmiştir. Evet, kıymetli okurlarım, şairlerin, ozanların, âşıkların  ve birçok sanatçın dillerine pelesenk ettiği sevgi konusunda o kadar çok tanımlama vardır ki biz burada insanın olma, yani tekâmül etme yolcuğunda,  içinde taşıması gereken sevgiden bahsedeceğiz. 

 

Evet, sevgi nedir.

 

Sevdiğimizde kendimizi daha enerjik ve kanallarımızın daha açık olduğunu  hissettiğimiz sevginin birçok tanımlaması vardır.

Sevgi bir simyadır,

Sevgi bir ilaç, bir doktor, bir şifadır.

Sevgi, yaratanla yaratılan; yaratılanla yaratılan arasında bir bağdır.

Sevgi, insanın; kendisinin ve bir başkasının ruhsal tekâmülünü desteklemek amacıyla benliğini genişletme arzusudur. 

Bizler, sevince tahammül ederiz,  sevince katlanırız, sevince sabrederiz,

Son olarak şunu söyleyebiliriz ki, en derinde sevgi bir duygudan ziyade bir duruştur, aslında.

 

Sevgi hep vardır, oradadır, ancak bizlere yanlış tanıtılmıştır. İyi, doğru  denilen davranışlar yapınca bizlere aferin denilmesi, bu şekilde sevileceğimizin kabulünün içimizde oluşturulması,  bizlerin, hata yapmaktan risk almaktan korkan birer bireyler  haline gelmemize neden oldu. Çünkü hata yanlış yaptığımızda sevilmeyeceğimizi düşünüyorduk. Doğal halimizle sevilmeyeceğimizi düşündüğümüzden de gereksiz çabalar içerisinde olduk. Maalesef  bu tutumlar karşısında bizler, ancak başarılı olursak sevileceğimizi düşünerek, bu kabulümüzle;  tüm hayatımızı etkileyen duygu durumu, düşünüş ve davranış örüntüleri meydana getirdik.

 

Bizler sevdiğimizde,  karşı tarafı anlamaya çalışırız. İnsanı insan yapan temel özellikler akıl ve iradedir. Fakat insandaki akli melekeleri hareket ettiren sevgi ve ilgidir. Zira özellikle bu dönem insanlarının, sevgi duygusunu açığa çıkarmasına engel olan o kadar çok durumlar vardır ki az önce de belirttiğimiz gibi değişen yaşam koşulları insanları duyguları ile hareket eden bir varlık olmaktan çıkararak giderek robotik bir davranış şekline sürüklemiştir. Bizler yargılarken, suçlarken, ötekileştirirken; yalnızlığın, mutsuzluğun, anlayışsızlığın, duyarsızlığın pençesine takılmış oluyoruz, aslında. İnsanların birbirleriyle kaynaşma arzusu  ve kaynaşması ancak sevgi ile mümkün olmaktadır.

 

Kıymetli okuyucularım, sevginin olduğu yerde kurallara çok gerek olur mu* sizce,  bu kuralların işletilmesine çok ihtiyaç kalır mı sizce? Sevgi birleştirici olduğu için kurallara ihtiyaç çok yoktur. Sevgisizlik ise kuralların oluşmasına olan en önemli etmendir.

 

Sevginin ön planda tutulduğu toplumlarda; birlik, beraberlik, dayanışma, barış, huzur adalet ve güven kendiliğinden, yani kendine münhasır bir doğallıkla oluşacaktır. Ahlak ve maneviyatında, sevgi olan bir toplumda;  kargaşaların, sıkıntıların, şiddet gibi toplumsal tabaka üzerinde negatif etki bırakacak unsurların meydana gelmesine daha seyrek rastlandığı görülmektedir.

 

 

Ünlü düşünürlerimizden, Farabi, toplumsal bağın ancak sevgi ile sağlandığını  ve  sevginin adaletten daha önce geldiğini, dolayısıyla sevginin baskın olduğu ilişkilerde cömertçe yaklaşımların çok olduğunu bu nedenle de adalete ihtiyaç kalmadığını ifade etmiştir. İnsanlar, sevgi içerisinde olduğunda, sorumluluklarını ve haklarını bilmekte ve fedakârlık yapmaktadırlar. Bir toplumda, sosyal ilişkilerde insanlar birbirlerine sevgiyle yaklaştığı zaman, merhamet ve duyarlı olma duygusu,  adaletli davranışlar kendiliğinden olacaktır. Sevgide bir anaçlık vardır. İyilik, yardımlaşma ve paylaşma; sevginin dışarı farklı versiyonlardaki yansımalarıdır.

 

Kalp yolculuğunun değerli okuyucusu, Dinimizde;  kin, öfke, nefret, kibir ve haset gibi tabiatımızda olan olumsuz duyguların terbiye edilerek;  insanı kâmil olma yolunda,  bunların; sevgi,  şefkat,  merhamet,  diğerkâmlık,  alçak gönüllülük, tevazu gibi olumlu özelliklere dönüştürülmeye çalışıldığı görülmektedir. Nihayetinde, sevgi,  birçok kötü ahlaktan doğan davranışları engelleyen yüksek bir erdem olarak kabul edilmiş ve kalp kırmanın Kâbe’yi yıkmak gibi olduğu ifade edilmiştir.

 

Gerçekten de değerli okuyucularım, sevgi, bizler için; ekmek, su, oksijen gibi bir ihtiyaçtır. Ve sevgisizlik, açlıktan ve susuzluktan daha fazla acı çektirir insana. Yaşadığımız yüzyılın teknolojik gelişmeleri nedeniyle insanoğlu, insana muhtaç olma­dığını düşünmeye başlamışsa da, sevgisizli­ğin bedelini ağır ödeyerek “sevgi” gerçeğini konuşmayada başlamıştır. Kıymetli okuyucum sizce de öyle değil mi? Sevgisizlik hapishanele­ri çoğalttı, sokak çocuklarını artırdı.

 

Yapılan bir araştırmada; hekimlerin denetimindeki bir yetimhane­de, çok sayıda bebeğin daha büyümeden öldüğü, yönetimin dikkatini çekiyor. Gıdaları ve temizlik koşulları, varoşlarda yaşayan çocuklardan daha iyi olduğu halde yetim­hanedeki bebekler, yetersiz gıda alan ve pis koşullarda yetişen çocuklardan daha fazla hastalığa yakalanıyor ve ölüyor. Durumu araştıran psikolog, yetimhanede her bir çocuk bakıcısına 15 bebek düştüğünü görü­yor. Çocuk bakıcıları çocukları beslemeye ve onların altını değiştirmeye o kadar çok zaman harcıyorlar ki, onları kucaklarına ala­cak zaman bulamıyorlar. Araştırmacı psikolog, çocukları dört gruba ayırıyor: Birinci grupta her bakıcıya 3, ikinci grupta 6, üçüncü grup­ta 9 ve dördüncü grupta 12 çocuk düşüyor. Bakıcılar, besleme ve alt değiştirme işlerini bitirdikten sonra geri kalan zamanlarını çocukları kucaklayarak, onla­ra dokunup onları öpüp kok­layarak geçiriyorlar. Bu uygu­lama birkaç yıl devam ediyor. Bu sürenin sonunda araştır­macı şu sonucu buluyor: En çok dokunulan birinci grupta en az, en az dokunu­lan dördüncü grupta ise en çok hastalık ve ölüm ortaya çıkıyor. Dokunulan ve sevilen çocukların hastalıklara  karşı daha dirençli oldukları tespit ediliyor.  Dokunulmayan çocuğun ise bağışıklık sisteminin gelişmediği yine değişik araştırmacılar tarafın­dan gözlenmiştir. Kucaklanan ve öpülen çocuk, kendisine hiçbir şey söylenmese dahi sevildiğini ve değer verildiğini bilmekte ve hem ruhen hem de bedenen daha sağlıklı olmaktadır. Sevginin insan fizyolojisi ve psikolojisi üze­rindeki etkisi yeni yapılan araştırmalarda ortaya çıkmış bir gerçek değildir. Tarihte bunun örnekleri çoktur. Roma İmparatoru II. Frederick, bebekleri iyi besle­meleri ama asla öpmemeleri, onlarla konuş­mamaları ya da gülmemeleri hakkında kesin emir verdiği bakıcıların büyüttüğü çocuklar üzerinde deneyler yapmıştır. İmparator, çocukları konuşma modelinden yoksun bırakarak bir süre sonra insanlığın en eski dilini konuşmaya başlayacaklarını umuyordu. Deney başarısız oldu, tüm çocuklar öldü. Bakıcıların, sadece fiziksel varlıkları, çocuk­ları hayatta tutmaya yetmemişti. Duygusal sıcaklık yoksunluğu yalnızca normal zihin­sel gelişimi engellemekle kalmamış, aynı zamanda fiziksel olarak hayatta kalmayı da engellemişti. Televizyon karşısında maç ve dizilerle vakit geçiren anne babalar olarak çocuklarımızdan neleri  eksik ettiğimizin farkında olmalıyız.

 

Evet, değerli okuyucularım, en başta da belirttiğimiz gibi Allahu Teâla âlemi sevgiden yaratmıştır, Rabbini sevdiği iddiasında dürüst olan kul onun isimleriyle ahlaklanır, Yunus Emre'nin, yaratılanı severiz yaratandan ötürü sözleri ile bizlere açıkladığı bu anlayış; Mevlana'da biz pergel gibiyiz bir ayağımız din üzerinde sağlamca durur öteki ayağımız 72 milleti dolaşır ifadesiyle vücut bulmaktadır. Buna göre insan, adeta merkezi bir enerji santraline bağlanır gibi tükenmeyen bir sevgi kaynağına ulaşmalı, bu kaynaktan alınan ve dağıtmakla bitmeyen türden bu sevgiyi kâinata yaymalı ve  bütün insanlarla paylaşmalıdır. Yine sufiler, faniye olan aşk ebedi değildir, diyerek her an değişen düzenin hükmüne uymanın insana ziyana götürdüğünü söylerler  ve  kâmil manadaki sevginin daima asıl baki olana gösterilmesi gerektiği sırrını bizlerle paylaşırlar. Ancak böyle bir sevgi ile, yani aşkın bir sevme şekliyle sevgi kaynağından taşıp yaratılanın hakkıyla sevilmesini sağlayacaktır. Yine  sufiler, külle âşık olanlar cüz'e itibar etmez,  cüze meyleden külden yeterince haberdar değildir, diyerek, sevgi yolculuğunun, biçiminin, oranının ve ne şekilde olması gerektiğini, bizlere ifade etmişlerdir.

 

Bir aşk insanı olan Mevlana hazretleri, dünyaya bağlananlar için çeşitli benzetmeler ve metaforlar kullanır; bunlardan en önemlilerinden biride; duvardaki güneş ışığının nereden geldiğini araştırmadan, duvara âşık olan ve güneş duvardan çekilince de hüsrana uğrayan kişilerin aslında ilahi olandan yaratılmış olana, sevgilerini hakkı ile göstermeyenlerin  ne kadar yanlış tutum içinde olduklarını beyan ettiği benzetmedir.

 

Yine sevginin biçim ve formdan ziyade mahiyetinin önemli olduğuna dair Mevlana'nın mesnevisinde güzel bir hikâye anlatılır. Hz Musa yolda bir çoban görür.  Çoban kendi tarzınca ibadet etmekte ve şu sözlerle Allah'a müracaatta bulunmaktadır “Ey Rabbim sen neredesin, sana kulluk etsem, çarığını diksem,  saçını tarasam,  çamaşırını yıkasam, sabah akşam sütünü hazırlasam, elini öpsem,  yatağını hazırlasam, bütün koyunların  ve keçilerim sana feda olsun. Hz Musa bu sözleri duyunca öfke ile çobanı azarlar ” be hey gafil sen kâfir olmuşsun da haberin yok, çarık, süt yalnızca sana lazımdır,  Cenabı Hak bütün bu hizmetlerinden münezzehtir.  Akılsızca sözler söyleyip, dostluk yerine düşmanlık gösteriyorsun. Çoban, Hazreti Musa'nın sözlerinden müteessir olur,  yıllarca ibadet zannıyla küfür işlediğini düşünerek pişman olup gözyaşlarıyla kendini çöllere atar. Bu sırada Hz Musa'ya Haktan Bir vahiy gelir. “ya Musa! Senin görevin insanları bize yaklaştırmak iken, bir kulumuzu bizden ayırdın, Yüce Zatımız her şeyden müstağnidir. Dile ve söze bakılır sanma,  bizim baktığımız gönül ve haldir. Kalpte huşu varsa biz ona bakarız.  Önemli olan aşkla dolu olan sözlerin olmasıdır, yine sevginin toplum içerisinde ne kadar değerli kıymetli olduğunu belirten Yunus Emre'de şunları ifade etmektedir.

Ben gelmedim dava için,

Benim işim sevi için,

Dostun evi gönüllerdir, gönüller yapmaya geldim.

 

Değer bilir okuyucum, dinimizde de, bütün varlıkları sevmenin, Allah'a imanın gereği olduğu belirtilmiştir. Çünkü bütün varlıkları Allah yaratmış ve her varlığa cemalinden ve celalinden lütfetmiştir.  İnanan insanın da, bu sebeple yaratılmış bütün varlıkları sevmesi gerekir. Müslüman kişinin sadece Müslüman olana değil; hayvanlara, bitkilere en küçük canlıya bile zarar vermemesi  ve bir otu dahi, sebepsiz yerinden koparmaması gerekir. 

 

Sevgi duygusu o kadar değerlidir ki, yine yapılan bir araştırmada, başkaları ile ilişki bağımızın zayıf olması durumunun, sağlığımıza, kısa ve uzun vadelerde etki ettiği ortaya konmuştur. Önemli bir hastalıkla mücadele eden insanlarda; sosyal ilişkileri güçlü ise, iyileşmeler hızlı bir şekilde olmakta ve hayatta kalma oranları daha yüksek çıkmaktadır. Sevgisiz insanın sürekli bir gerilim, üzüntü veya hastalık içerisinde bulunma ihtimali yüksektir. Sevgi dolu insanların vücut savunma sistemi güçlüdür ve kişisel olarak olumsuzluklara karşı esnek ve dayanıklıdır.  Bireyde bulunan yaşama sevinci ve  umut gibi değerler, insanların zorlu hayat şartlarında yaşamaya devam etmesini  ve geleceğe daha iyimser bir bakış açısıyla bakabilmesini sağlamaktadır. Sevgiyi hayatına şiar edinen bir kişi; insanlarla olan münasebetinde, daha hoşgörülü, daha merhametli, daha yardımsever, daha şefkatli ve daha adil olabilmektedir. İnsanın; doğayı hayvanı ve diğer tüm yaratılan her şeyi tam anlamıyla anlayabilmesi için bir bağa ihtiyacı vardır ve bu görevi de sevgi yerine getirmektedir. Sevginin olduğu toplumlarda çatışmalar  ve anlaşmazlıklar minimum derecededir.  Çünkü sevgi, insandaki nefret ve bencillik gibi kötü huyları ortadan kaldırmaktadır.

 

 

 

Eşler arasında da, sevginin ön planda olması, aile içerisinde muhabbeti kuvvetlendiren en önemli bağdır. Ve sevgi toplumu, ancak sevginin öncelikle ailede merkezlenmesi ve büyütülmesi ile mümkün olmaktadır. Sevgiyle büyüyen çocuklarda duygusal bağlar daha etkili olmakta, anne babadan gerekli sevgiyi alan çocuk, diğer insanlara karşı, daha empatik olabilmektedir. Fakat çocukta, aile içerisinde sevgi ihtiyacı karşılanmadığı takdirde, diğer insanlara karşı duygusal kayıtsızlık ilgisizlik artmaktadır. Çocukla olan iletişimde sevgi dili kullanıldığı zaman,  kaygı, endişe özgüvensizlik  ve kendini değersiz hissetme gibi durumların oluşumu engellenebilmektedir. Tutarlı, dengeli sevgi ve ilgi, çocuğun kendine güvenini ve benlik saygısını yükseltmektedir.  

 

Modern psikiyatrinin öncülerinden Doktor Karl Menniger bizlere; sevgi, insanları tedavi eder,  hem verenleri hem de alanları diyor. Sevgi güven oluşturur. Sevgi duygusu insanlara duygusal destek sağlar ve kişinin zor zamanlarda yanlarında birinin olduğunu hissetmesi onu sağlıklı ve güçlü kılar. Ayrıca kişiler, birbirlerine sevgi duyduğunu hissettiği an ilişkiler daha samimi daha içten ve daha dürüst olur. Bu davranış şekli ile  iletişim kuvvetlenir, sevgisiz kalan insanlarda ortaya çıkan pek çok rahatsızlık bulunmaktadır.  Bunlar;

Özdeğer eksikliği,  

Özgüvensizlik, 

Mutsuzluk,

Depresiflik,

Değersizlik hissi,

Kimlik eksikliği,

Kendini kabullenmeme,

Yoğun kaygı bozukluğu,

Güven problemleri,

Yoğun terk edilme ve değer görmeme endişesi gibi, duygu ve durumlar bireylerde, hayattan zevk almama ve kişinin hem kendisiyle hem de çevresiyle ilişkisinin zedelenmesine neden olmaktadır.

Ayrıca;

Majör depresyon,

İleri düzey anksiyete,

Rezil olma fobisi,

Sosyal Fobi,

Madde bağımlılığı ve künt duygulanım ise ileri düzey rahatsızlıklardır.

 

Aziz okuyucum, sevgisizlik, sadece psikolojik değil, fizyolojik olarak da çeşitli rahatsızlıklara sebep olabilmektedir. Kaliforniya Üniversitesi psikologlarının, yapmış olduğu araştırmada; insan vücudunda yer alan “O P R M 1”  geninin hem fiziksel ağrıları, hem de toplumdan dışlanma, değer görmeme gibi durumlarda ortaya çıkan hislerin yönetimini sağladığını kanıtlamıştır. Buradan da anlaşılmaktadır ki sevgisizlik, insan vücudunda genleri dahi etkileyebilecek kadar etkili bir işleve sahip bir duygudur.

 

Evet, kıymetli okuyucularım, toplumda sevgisiz büyüyen çocuklar kendilerini ifade etme, sosyalleşme gibi durumları yönetemezler. Yalnız, depresif, asosyal,  özgüvensiz ve pasif saldırgan davranış örnekleri sergilerler. Çocukluk yıllarında gerekli sevgiye erişemeyen kişiler bunu ileri yaşlarda telafi etmek amacıyla sürekli onay ve güvence arayan,  ya da reddedilme korkusuyla kendini geri çeken bireyler haline gelebilirler. Bu dengesizlik, ilişkilerde;  sürekli bir çatışma ve memnuniyetsizlik  durumları oluşturarak, bireyler arasındaki kişileri olumsuz şekilde etkilemektedir.

 

Örneğin 40 yaşına gelmiş biri, halen; kendisini daima ailesine kanıtlamaya çalışan ve onlardan sürekli onay bekleyen ve aferin kelimesi duymaya çalışan bir birey olabilir. Bu kişinin, davranışlarının altındaki temel sebep, sevilme ihtiyacının giderilmeye çalışılmasıdır. Her zaman insanlar çocukluk yıllarında ve daha küçükken en çok ailesinden sevgi görmek isterler. Eğer kişi, çocukluk döneminde ve küçük yaşlarda bunu göremezse, hayatının diğer yıllarında yetişkin bir insan olduğunda dahi bu sevginin peşinden koşabilir.

 

Çocukluk ve ilerleyen zamanlarda sevgi duygusunu  gerektiği kadar yaşayan insanlarda ve toplumlarda ise şu yansımalar görülür;

Bu kişilerin özgüveni ve  psikolojik dayanıklılıkları yüksektir,

Empati yeteneği gelişmiştir.

Sevginin hâkim olduğu toplumlarda dayanışma güçlüdür,

İnsanlar arasında anlayış ve hoşgörü yüksektir,

Şiddet azdır, sevgi temelli bir toplumda insanlar sorunları daha yapıcı yollarla çözerler,

Toplumsal bağlar kuvvetlidir,

Aile, arkadaşlık ve komşuluk gibi ilişkiler daha güçlüdür.

 

Sevgi bu kadar değerliyken sahtesi yok mudur? Neredeyse, her şeyde olduğu gibi, değerli okuyucularım sahte sevgi ve sahte sevme de vardır. Çıkarı için bizi seviyormuş gibi gözüken sevgi simsarlarına dikkat etmek gerekir. Bu sevgi türü genellikle şartlı bir sevgidir, sahte sevgide, karşıdaki kişi üzerinde kontrol kurma veya manipüle etme eğilimi vardır. Kişi Sevgi aracılığıyla başkalarını kendi isteklerine göre yönetmeye çalışır. Sahte sevgide kişi, eğer beni seviyorsan bunu yapmalısın  veya benim için bunu yapmazsan üzülürüm gibi söylemlerde bulunarak, karşı tarafta suçluluk yaratmaya çalışır. Bu davranış şekliyle, kişi kendi çıkarlarını başkasının duygusal yüküyle elde etmeye çalışır, sevgi simsarlarına karşı duygusal bağımsızlık geliştirmek önemlidir. Ancak bu şekilde başkalarının manipülasyonlarına karşı dirençli olabiliriz.

 

PEKİ, TOPLUMUMUZDA SEVGİNİN BÜYÜMESİ VE GELİŞMESİ İÇİN NELER YAPILABİLİNİR?

 

Bir toplumda sevginin büyümesi ve gelişmesi için; insanların kusurları araştırılmamalı, öfke kontrol altında tutulmalı, affedebilmeli ve insanlara; lanet ve beddua etmemeli, kötü zan beslememeli, onları  rencide etmemeli ve alay etmemeli. Davranış olarak; sabırlı davranılmalı,  eşler birbirlerine  karşı iyi olmalı, çocuklara sevgi ve şefkat göstermeli,  anne babaya hürmet edilmeli,  yaşlılara saygılı olmalı,  insanlara eziyet edilmemeli ve komşuluk hukukuna riayet edilmelidir.

 

Eğitim sistemimizde; saygı,  güven ve hoşgörüye dayalı bir iletişim oluşturulmaya çalışmalı,  Ancak bu şekilde, öğretmen, öğrencisinin derinlerine inebilir. Öğretmen ve öğrenci arasında sevgi ile oluşturulan bir iletişim, eğitimin daha kolay, daha kaliteli ve daha istenen düzeyde olmasını sağlayacaktır. Öğrenci bu yaşlarda duygusal olarak sevgi ve diğer duygu yoğunluklarını en üst seviyede yaşadığı için bağ kurmada en etkili olan sevgi duygusu, öğrenciye gerektiği kadar verildiğinde, eğitimdeki her türlü zorluk bence aşılacaktır. Bu nedenle öğretmen ile öğrenciler arasında olan ilişki, sevgiyi ve hoşgörüyü esas alan bir disiplin anlayışı içerisinde gerçekleştiğinde; öğrenme süreci hızlanacak, istenmeyen tutum ve davranışların ortaya çıkması engellenecek,  eğitimin verimliliği artacak ve öğrencilerin düşünsel ve davranışsal açıdan özgürleşmeleri, öz güven duygularının öz denetimlerinin ve eleştirel düşünme becerilerinin geliştirilmesine olanak sağlanmış olacaktır.

 

Nörobiyolojiye dair bilimsel verilerde bizlere, çocukların ve gençlerin; güçlü, etkin ve olumlu bir benlik ve kişilik geliştirebilmeleri ve nitelikli öğrenmeyi sağlamaları için;  aile içerisinde, yaşadığı çevrede, toplumda ve öğretmenleriyle; sevgi, saygı ve güvene dayalı sosyal tecrübelere ihtiyaçları olduğu kanıtlanmaktadır. Ayrıca kıymetli okuyucum, çocuklara eğitim veren tüm kurum ve kuruluşlarda, kişiye pozitif bir yaşam biçimi kazandırılabilmesi amacıyla, özellikle sevgi eğitimi dersi verilmesi  elzemdir,  diye düşünüyorum.

 

 

 

 

Sevgi konusu çok derin ve hususi bir konu, kanaatimce bu konuda ciltler dolusu kitaplar yazılabilinir.  Ancak biz bu kitabın bütünlüğü açısından bu konuyu burada sınırlı tuttuk.  En son, sevgi konusunda, şunu ifade edebiliriz. Bizler, sevginin bizatihi kendisi olacağız. Hayır derken bile bunu sevgiyle söyleyeceğiz. Sevginin  bizatihi kendisi olmak demek, başkalarının seni sevip sevmediğine, sevgi gösterisinde bulunup bulunmadığını aldırış etmemektir. Sadece bizden olanı değil biz den farklı olanları, farklı düşünenleri de seveceğiz aksi takdirde nasıl bir ve bütün  haline gelebiliriz. Nasıl bir oluruz. Sevgi de olmak merkezde olmaktır. Bizler sevgiye kıymet vereceğiz. Çünkü sevilmediğimiz anları daha çok hatırlıyoruz. Bizler, bütün dünyaya sevgi nazarıyla bakacağız. Peki, dünya bize sevgisiz geldiğinde ne yapacağız. Yine de sevgide merkezlenip, verilmesi gereken cevapları vereceğiz, ancak bu karşılık verme haddi aşarak bir karşılık verme olmayacak,  bu aynen, çocuğumuzu eğitirken ona kızarken sadece dudaklarımızla kızmak, bağırmak ama kalben sevgi modunda kalmak gibi bir durumdur. Bir anlamda, acının hoşgörüsüzlüğün, hatta adaletsizliğin karşısında sevgi ile bir duruş içerisinde olup, bunların olgunluğa ulaşmasına yardımcı olmak için sürekli bir gayret halinde bulunacağız.

 

..

 
 
 

Yorumlar


bottom of page